Yeni Müfredat, Tüm Okulların İmam Hatipleştirilmesidir! - Devrimci Çözüm Dergisi
 

YENİ MÜFREDAT, TÜM OKULLARIN İMAM HATİPLEŞTİRİLMESİDİR!

 

03 Haziran 2024

 

Toplumdaki her olgu, olay ve şeye diyalektik bakmak zorundayız. Sınıfsal ve tarihsel bakma; olgu, olay ve şeyleri bütün yönleri, ilişki ve etkileri ile ele almak; hangi sınıfın çıkarları doğrultusunda, hangi ihtiyaçları gidermek için gerekli olduğunu değerlendirmek zorundayız. Olguların, olayların ve şeylerin birbiriyle ilişkisini/etkilerini gözden kaçırmadan neden-sonuç ilişkilerini kurarak bir bütünsellik içinde ele almak zorundayız. Ancak bu yolla doğru değerlendirmeleri yapıp, buna karşı alınacak doğru tavır ve politikaları belirleyebiliriz.

 

Bu çerçevede “reform”, “yenilik,” “sadeleştirme” vb. çeşitli gerekçelerle temellendirilerek sürekli olarak değiştirilen ve her yapılan değişiklikle daha gerici, dinci ve baskıcı bir niteliğe bürünen ülkemizdeki eğitim sistemini ve “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” isimli son müfredat değişikliğinin neleri içerdiği, hangi amaçlarla yapıldığını, kimlerin/hangi sınıfın çıkarına olduğunu değerlendireceğiz.

 

“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Müfredatı ile “Sadeleştirme” Adı Altında Tüm Okulların İmam Hatipe Dönüştürülmesi Hedeflenmektedir

 

Eğitim, sınıfsal bir olgudur. Yani, bir toplumda egemen olan sınıf tarafından yine o egemen sınıfın ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel ve ahlaki ihtiyaçlarına göre oluşturdukları bir üst yapı kurumudur. Üretim araçlarını elinde tutan sınıf, kendi sınıfsal çıkarları ve ideolojisi doğrultusunda bir eğitim sistemi ve bu eğitim sistemine bağlı müfredatı, ders programlarının içeriğini ve okulları oluşturur, düzenler ve uygulamaya sokar. Böylece kendi ideolojisi, kültürü ve ahlakı çerçevesinde kendi sınıfsal çıkarlarına hizmet edecek şekilde rahatlıkla sömürebileceği nesillerin yetiştirilmesini sağlarken, toplumu da bu doğrultuda biçimlendirmiş olur.

 

Uygulanan eğitim sisteminden müfredatına, okutulan derslerden sınav sistemine, imam hatip okulu dayatmasından özel okulların teşviki ile paralı eğitime, yapılmayan öğretmen atamaları ile ücretli öğretmen adı altında birer eğitim emekçisi değil eğitimin kölesi haline getirilmiş öğretmenlerden okullarda yaşanan şiddet olaylarına kadar, onlarca sorunu bağrında taşıyan; anti-bilimsel, anti-demokratik, eşitliksiz, paralı ve ezberci niteliğinden kaynaklı sürekli sorunların ve tartışmaların odağında olan ülkemiz eğitim sistemi, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ismi verilen son müfredat değişikliğiyle “sadeleştirme” adı altında çok daha gerici, dinci, tek tipçi, ayrımcı, şoven ve baskıcı bir niteliğe büründürülecektir. Yeni müfredatla okul öncesinden başlayarak ilk okul, orta okul ve lise dahil eğitimin tüm kademelerinde tamamen din temelli bir eğitimin verilmesi, böylece bütün okulların imam hatip okullarına dönüştürülmesi hedeflenmektedir.

 

Her gün çıkartılan yeni genelge ve yönetmeliklerle oligarşi ve temsilcilerinin çıkarları doğrultusunda değişikliklerin yapıldığı ülkemiz eğitim sisteminde, müfredat değişikliğine kim, neden ihtiyaç duymaktadır? Partisinin seçim programı ile aynı ismi taşımasından da anlaşılacağı üzere bu müfredat değişikliği AKP-Erdoğan iktidarı tarafından, kendi ideolojik-siyasi yaklaşımları (Siyasal İslam ve Neo-Osmanlıcılık) doğrultusunda bir gençlik ve toplum yaratarak, kendilerine kitle tabanı oluşturmak için yapılmıştır. Asıl hedeflenen şey, iktidarının yani Tek Adam Rejimi'nin sürekliliğini ve kalıcılaşmasını sağlamaktır. Zira AKP de, Erdoğan da 22 yıldır iktidarda olmalarına, referandumlu Anayasa değişikliklerinden rejim değişikliğine kadar ekonomide, siyasette, hukukta, eğitimde daha birçok alanda yapılan yüzlerce değişikliğe rağmen toplumsal yapıda kendi ideolojik-siyasi yaklaşımına uygun değişimi/dönüşümü gerçekleştirememiştir. Yani siyasal olarak iktidarda olmasına rağmen kendi ideolojisine uygun bir kültürel yapı oluşturamamış olan Tek Adam Rejimi, eğitimde daha önce yaptığı birçok değişikliğin devamı ve zirve noktası niteliğindeki son müfredat değişikliği ile bir yandan eksik kaldığı eğitim, yazın, kültür-sanat, vb. alanları doldurmaya bir yandan da toplumsal yaşamın her alanını dini referanslarla dizayn ederek, kendi politikalarına muhalefet etmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, kendine köle bir insan tipi ve topluluk yaratarak iktidarını sağlamlaştırmak ve kalıcılaştırmak istemektedir.

 

Bunu yaparken iktidarı boyunca kendisinin önemli dayanaklarından olan cemaat, tarikat, vb. dini örgütlenmeleri es geçmemiştir. İktidarın hedef kitlesi ve oy deposu olan bu tarz dinci-gerici örgütlenmeler, iktidar tarafından gerek ekonomik gerekse de siyasi olarak sürekli desteklenmiş, istekleri yerine getirilerek memnun edilmiştir. Bu yaklaşım müfredat değişikliği sürecinde de devam ettirilmiş ve hatta söz konusu müfredatta bu örgütlenmeler “paydaşlar” olarak tanımlanarak eğitim sistemindeki konumları güçlendirilmiş ve eğitim bu tarikat ve cemaatlerle işbirliği halinde uygulamaya sokulmuştur.

 

Anti-bilimsel, anti-demokratik, anti-özerk, eşitsiz, paralı ve niteliksiz olan ülkemizdeki eğitim sisteminin son müfredat değişikliğiyle daha fazla dincileşip gericileşmesi (daha önce yapılan birçok değişiklikte olduğu gibi) sadece tarikat, cemaat, vb. dini örgütlenmelerin ve gerici-faşist AKP-Erdoğan iktidarının değil, asıl olarak temsilciliğini yaptığı emperyalizm ve oligarşinin sınıfsal çıkarlarına hizmet etmektedir. İktidara taşınmasından itibaren 22 yıllık iktidarı boyunca uyguladığı son müfredat değişikliği dahil eğitim politikaları, ekonomik ve siyasi tüm politikalar emperyalizm ve oligarşinin çıkarları doğrultusunda ve onayı ile gerçekleşmiştir. (Tıpkı Siyasal İslam Projesi çerçevesinde iktidara taşınması ve yine bu proje doğrultusunda uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalarla cemaat, tarikat, vb. dini örgütlenmeleri de kullanıp güçlendirerek ekonomiden siyasete, hukuktan eğitime, medyadan kültür ve sanata kadar toplumsal yaşamın her alanında tüm toplumsal kesimlere dinci, gerici, baskıcı, yasakçı ve ayrımcı bir anlayışı dayatmasında olduğu gibi.)

 

Eğitimdeki Dincileşme-Gericileşme AKP-Erdoğan İktidarıyla mı Başladı?

 

Emperyalist-kapitalist sistemdeki eğitimin amacı; bilimsel düşünceden uzak, araştırmayan, sorgulamayan, düşünce üretmeyen, kendisine ve yaşadığı toplumun sorunlarına yabancılaşmış, bireyci ve bencil, baskı ve korku ile sindirilmiş, iradesi teslim alınmış bir insan tipi ve bu tip insanlardan oluşmuş bir toplum yaratmaktır. Böylece her türlü insanlık dışı çalışma ve yaşam koşuluna boyun eğen, rahatlıkla sömürebileceği köleleştirilmiş bir toplum yaratmış olacaktır.

 

Ülkemizdeki eğitim sistemi dahil emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu neredeyse tüm ülkelerde uygulanan eğitim sisteminin özü bu biçimde olmakla beraber, ülkemizin yeni-sömürge bir ülke olması ve bunun sonucu yönetim biçiminin sürekli faşizm olmasından kaynaklı bizdeki eğitim sisteminin çok daha gerici ve baskıcı bir nitelikte oluşturulması emperyalizm ve oligarşi tarafından özel olarak üzerinde durulan ve istenilen bir süreçtir. Bu nedenle anaokulundan yüksek öğretime kadar eğitimin her kademesinde uygulanan eğitim müfredatı, her dönem gerici ve baskıcı bir nitelik taşımış olmakla birlikte, yeni-sömürgecilik ilişkilerinin kurulmasından günümüze kadar geçen zaman içerisinde (“Maarif Modeli” de dahil) bu gerici, dinci, baskıcı, ayrımcı ve şoven nitelikler giderek daha çok arttırılmıştır.

 

1973 yılında çıkartılan 1739 sayılı Milli Eğitimin Temel Kanunu’ndan 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile “Türk-İslam Sentezi” temel alınarak oluşturulmuş dinci ve şovenist yeni eğitim sistemine; “eğitimde reform” olarak sunulan "8 Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Sistemi"nden 2013’teki “4+4+4 Kesintisiz Eğitim Sistemi” ile adında kesintisiz olmasına rağmen eğitimin kademeleri arasındaki bağın kopartılarak kesintili hale getirilmesiyle başta kız çocukları olmak üzere çocuk ve gençlerin eğitimden uzaklaştırılmalarına, imam hatip ortaokullarının tekrar açılarak imam hatip liselerinin yaygınlaştırılması ve din temelli bir eğitim anlayışının esas alınmasına, kılık-kıyafet düzenlemesi adı altında türban serbestisine; “Değerler Eğitimi” adı altında yasal olarak herhangi bir müfredat değişikliğine dahi gitmeden genelge ve yönetmeliklerle tüm ders içeriklerinin dini referanslar çerçevesinde düzenlenerek çağ dışı bir anlayışla gericileştirilmesine; “Allah’ın lütfu” olarak tanımlanan 15 Temmuz darbe girişiminin bahane edilmesiyle bilimsellikten giderek uzaklaşılması ve bu doğrultuda Fen ve Matematik derslerinde “sadeleştirme” adı altında Evrim Teorisi dahil birçok konunun çıkartılarak seçmeli adı altında sayısı arttırılan din derslerinin zorunlu hale getirilmesine; MESEM ve ÇEDES gibi projelerle sermayeye ucuz işgücü ve dinci örgütlere mürit olarak çocukların ve gençlerin peşkeş çekilmesine ve son müfredat değişikliği olan olarak Maarif Modeli’ne kadar, eğitim sisteminde yapılan belli başlı değişikliklere bakıldığında eğitimde dayatılan dinci-gerici ve baskıcı anlayışın her iktidar döneminde devam ettirildiğini ve bu anlamda bir sürekliliğin olduğu net olarak görülmektedir.

 

“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile Eğitimde Ne Gibi Değişiklikler Yapılmıştır?

 

Son müfredat değişikliği mevcut iktidarın 22 yıldır tüm topluma dayattığı gericiliğin özelde eğitime yansımasının bir sonucu olmakla birlikte esas olarak temelleri 12 Eylül askeri faşist darbesi ile atılmıştır. Sonraki tüm değişiklikler (AKP döneminde yapılan değişiklikler de dahil) 12 Eylül’de temeli atılan gerici ve baskıcı eğitimin devamı niteliğindedir.

 

Gençliğin araştıran, sorgulayan, kendisinin ve yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olup çözümler üretmeye çalışan dinamik yapısını baskı altında tutup köreltmek için 12 Eylül darbesiyle birlikte eğitim sistemi, “Türk-İslam Sentezi” doğrultusunda bilimsel ve çağdaş eğitim anlayışından giderek uzaklaştırılarak daha gerici ve baskıcı bir niteliğe büründürülmüştür. Din derslerinin zorunlu tutulmasından ders içeriklerinin ırkçı ve faşizan bir anlayışla oluşturulmasına, üniversitelerin özerk yapısının tırpanlanmasından gerici ve baskıcı YÖK kurumunun oluşturulmasına, özel okulların teşvik edilmesinden paralı eğitime geçilmesine kadar birçok uygulama ile eğitim sisteminin anti-bilimsel, anti-demokratik, anti-özerk, ezbere dayalı, eşitsiz ve niteliksiz özellikleri yoğunlaştırılmış ve zaman içerisinde bu gibi özellikler daha da arttırılarak bugüne gelinmiştir.

 

Toplumsal yaşamın içerisinde kendilerine yer bulan tarikat ve cemaat, vb. dinci örgütlenmeler neredeyse her zaman, dönemin hükümetleriyle ilişki içinde olup, desteklenmiş olmakla beraber, özellikle AKP dönemiyle iktidarın ortağı durumuna gelmiş; devlet kurumlarından bakanlıklara kadar yönetimde yer almaya ve politikaların belirlenmesinde belirleyici ve söz sahibi olmuşlardır. Bu durumun en çok görüldüğü alanlardan biri de eğitim alanı olmuş ve eğitimin dincileştirilmesi süreci iktidar ve tarikatlar-cemaatler öncülüğünde gerçekleştirilmiştir.

 

“Sadeleştirme” adı altında topluma sunulan dinci ve gerici bu son değişiklik, AKP iktidarının dinci eğitim anlayışının son halkası olmuştur.

 

AKP döneminde eğitimin dincileştirilmesiyle ilgili ilk adımlar 2010 yılında tüm ders içeriklerine dini söylem ve vurguların “Değerler Eğitimi” adı altında yer verilmesiyle başlamıştır. 2013 yılında “4+4+4 Kesintisiz Eğitim Sistemi” ile bu dinci-gerici eğitim anlayışı daha da yoğunlaştırılmıştır. “4+4+4 Kesintisiz Eğitim Sistemi” ile esas olarak amaçlanan, eğitimin, tüm kademeleriyle birbirinden kopuk ve kesintili hale getirilmesidir. Böylece din temelli bir anlayışla kız çocuklarının orta okuldan itibaren okuldan alınıp erken yaşta evlendirilmelerinin önü açılmış ve eğitim hakları engellenmiştir. Diğer taraftan ise imam hatip orta okullarının yeniden açılmasıyla din eğitimi çok daha küçük yaşlara, orta okul düzeyine indirilmiştir. Parası olmayanın imam hatip orta okulu ve liselerine, cemaat ve tarikat yurtlarına mecbur bırakıldığı “4+4+4 Eğitim Sistemi” bir yandan da sermaye sahiplerine ucuz işgücünün yolu açarak; çocuk işçiliğinin artmasına, çocukların ve gençlerin eğitimden kopmasına neden olmuştur.

 

Eğitimdeki dinci-gerici politikalar bunlarla da sınırlı kalmayıp 2017 yılında yapılan müfredat değişikliğiyle hız kesmeden devam ettirilerek bilimsel ve çağdaş eğitimden giderek daha fazla uzaklaşılmıştır. Söz konusu değişiklikle seçmeli adı altında zorunlu din derslerinin sayısı arttırılırken (son durumda zorunlu olarak okutulan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersine ek olarak ilkokul 4. sınıftan lise 12. sınıfa kadar çeşitli isimlerle seçmeli adı altında ama yine zorunlu tutulan 13 ayrı din dersi okullarda okutulmaktadır.); Matematik, Geometri, Fizik, Kimya, Biyoloji gibi doğa bilimleri alanındaki ders içeriklerinden birçok konu ve ünite “sadeleştirme” adı altında ya tamamen müfredattan çıkartılmış (Evrim Teorisi’nin çıkartılarak yerine Yaratılış Teorisi’nin konulması gibi) ya da kısaltılıp bağlamından kopartılmış ve anlamsız birer “bilgi parçacıklarına” dönüşmesi sağlanarak içi boşaltılmıştır.

 

“Cahil insan makbul insandır.” anlayışını kendisine düstur edinmiş iktidar, eğitim sistemini bilimsellikten hızla uzaklaştırırken ortağı olan tarikat ve cemaatler, ÇEDES vb. gerici proje ve protokollerle okulların içine fiilen girip, dinci eğitimi bizzat ve uygulamalı vermeye başlamışlardır. Meslek edindirme adı altında uygulanan MESEM ile çocuklar ve gençler, işverenlere ucuz işgücü olarak sunularak okullardan, eğitim hayatından kopartılmıştır.

 

22 yıldır parça parça örülen “dindar ve kindar nesil” ve toplum yaratma çabaları, “Maarif Modeli” ile “sadece son bir yılın değil, on yıllık uzun soluklu bir çalışmasının ürünü olarak ortaya çıktı” denilerek, Talim ve Terbiye Kurulu tarafından da en azından gerçeğin bir kısmı da olsa itiraf edilmiştir.

 

Yeni müfredatta “Erdem-Değer-Eylem Modeli” olarak tanımlanan ve Pedegoji biliminden uzak olarak hazırlanan bu modelin ana hedefi “eylemlerden değerlere, değerlerden erdemli insana, erdemli insandan ise nihai hedef olan “Huzurlu Aile ve Toplum” ile “Yaşanabilir Çevrede Huzurlu İnsan”a ulaşmak” biçiminde açıklanarak, tüm öğretim programlarının içeriğinin ve hedefinin dini kavramlar çerçevesinde oluşturulduğu net olarak ortaya konulmuştur.

 

2014 yılında tüm illerde Maarif Müfettişliği Başkanlığı kurulması ve bu başkanlıkların “Maarif Buluşmaları” adı altında yaptığı çalışmaların bir ürünü olan son müfredatta temel alınan “Bütüncül Eğitim Yaklaşımı” ile, “insanın fıtri özelliklerini koruma ve geliştirmeyi” ve “böylece “insan ile toplum arasında akılcı(!) ve ahlaki bir uyumun” oluşturulmasının hedeflendiği belirtilerek ahlakın dindarlıkla sınırlandırılacağı gösterilmiştir.

 

Önceki birçok değişiklikte bahane edildiği gibi bir kez daha öğretim programlarının karmaşık olduğundan hareketle, okul öncesi eğitimden liseye kadar eğitimin tüm kademelerinde “sadeleştirme” adı altında birçok dersin (başta Matematik, Fen Bilimleri ve Felsefe gibi dersler olmak üzere) ders müfredatından onlarca konu çıkartılmıştır. Temel ve seçmeli din dersleri hariç, okullarda okutulan bütün derslerin içeriği bilimsellikten uzak, dogmatik ve çağ dışı dini kavram ve örneklerle doldurulmuştur.

 

Kendi ideolojik-siyasi yaklaşımına uyan yeni bir nesil ve bu doğrultuda yeni bir rejim inşa etmeyi hedefleyen AKP-Erdoğan iktidarı bu hedefini “Yalnızca medeniyete(!) uyum sağlayan değil, etkin olarak medeniyet(!) kurucusu ve geliştiricisi bilge nesilleri hedefler.” biçiminde son müfredatta çok net olarak ortaya koymuştur.

 

“Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller yetiştirmek” ve ideolojisine uygun hegemonyasını eğitimdeki dincileşme ve gericileşmeyle sağlamaya çalışırken, “sürdürebilirlik, bilim, teknoloji” konularında uygulamaya dönük bir eğitimi ise Baykar şirketleri ve okulları ile damat Albayrak’ı örnek-model olarak sunup, somutlaştırmaktadır.

 

Tüm bunlarla amaçlanan bilimsel gelişmenin, aydınlanmanın ve modernleşmenin yok edilerek toplumu Orta Çağ karanlığına gömmektir.

 

Eğitimde yıllardır uygulanan ve son müfredat değişikliği ile çok daha yoğunlaştırılan gericilik, genel olarak bu düzenin özelde ise AKP-Erdoğan iktidarının genel yapısından bağımsız bir durum değildir. Bu bağlamda eğitimin çok daha dini ve gerici bir yapıya dönüştürülmesi mevcut iktidarla başlamamış olmakla beraber iktidara verilen misyon gereği özellikle son 22 yılda giderek arttırılmıştır. Son müfredat değişikliğiyle AKP-Erdoğan iktidarının yaratmak istediği şey, yeni nesili ve toplumu her türlü baskıyı ve sömürüyü şükürcülük anlayışıyla kabul eden, düzene ve temsilcilerine her koşulda itaat ve biat eden kitleler haline getirmektir. Bunun amacı derinleşen ekonomik krizin kitlelerde yaratacağı ve açığa çıkabilecek tepkinin önünü almaktır. Bu, sadece mevcut iktidarın değil, temsilciliğini yaptığı oligarşinin ve devletin de istediği ve onayladığı bir durumdur. (Tam da bu nedenle TÜSİAD’ın dinci-gerici müfredata karşı olduğuna dair yaptığı açıklamalar gerçeklikten uzak, göz boyamaya ve emekçi halkı aldatmaya dönük açıklamalardır.)

 

Bir üst yapı kurumu olan eğitim, egemen sınıf için her zaman içinde bulunulan dönemin ihtiyaçlarına göre değişiklikler yaptığı bir alan olmuştur.

 

Çürümüş- köhnemiş bir sistem olan emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizler daha baskıcı, gerici ve ırkçı politikalar uygulamasını gerektirmektedir. Bu krizin ülkemize yansıması ve oligarşi içi çelişki ve çatışmalarla birleşmesiyle, ülkedeki ekonomik ve siyasi krizin çok daha derin bir biçimde yaşanmasına neden olmakta, yönetenleri yönetemez hale getirmektedir. Krizi aşmanın yolu ise bir yandan ekonomik ve siyasi baskıların arttırılmasından diğer yandan ise kitleleri şükürcülük ve biat kültürü ile teslim almaya dönük dinci-gerici söylem ve uygulamaların yoğunlaştırılmasıyla yapılmaktadır. İşte tam da bu ihtiyaçtan kaynaklı eğitim politikalarında değişiklikler yapılmaktadır. (Son 22 yılda 8 kez eğitim bakanının ve 17 defa da eğitim politikalarının değişikliğe uğramış olması bundandır.)

 

Kendilerine dayatılan açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve baskılara karşı kitlelerin tepkilerini bastırmak için yaşamın her alanında uyguladığı baskıcı ve zorba politikalarda olduğu gibi eğitimde de bu doğrultuda Orta Çağ’daki eğitim sistemini aratmayacak tarzda değişikliklere ihtiyacı vardır oligarşinin. Eğitim politikalarındaki değişikliğin bir diğer amacı da dayatılan ayrımcı, ötekileştirici ve şoven anlayışla toplumu laik-sekülerler ile dinci-muhafazakarlar gibi yapay ayrımlara tabi tutarak, “böl-parçala-yönet politikasını” uygulayıp, ötekileştirdiği bir kesimi devlet okullarından uzaklaştırarak özel okullara yönlendirmektir. Böylece 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte uygulanan özelleştirme politikalarının eğitimde de “kendiliğinden” uygulanabilir hale getirildiğini görmekteyiz.

 

Mevcut iktidar bu değişikliklerle, bir yandan “dindar ve kindar” genç nesiller yetiştirerek toplumu bu yönde bir değişime/dönüşüme uğratarak kendisi için bir kitle tabanı yaratıp Tek Adam Rejimi’ni kalıcılaştırmak isterken, diğer taraftan da temsilciliği yaptığı kesimlerin rahatlıkla sömürdüğü bir toplum yapısı oluşturmak, onlara “dikensiz bir gül bahçesi” sunmak istemektedir.

 

Toplumun tamamını ilgilendiren bu duruma duyarsız kalınmış, burjuva muhalefet dahil herhangi bir kesimden yeterli düzeyde (birkaç cılız ses dışında) bir tepki oluşmamıştır. Ne üniversitelerden ne meslek örgütü ve eğitim sendikalarından konuyla ilgili herhangi bir tavır ortaya konulmamıştır. Toplumun geleceğini ilgilendiren bu duruma sessiz kalmak-tepki vermemek, bu politikaları onaylamak ve birçok konuda olduğu gibi geleceğini gerici iktidara teslim etmektir.

 

Devrimci mücadelenin ivmesinin düşük, toplumsal muhalefetin zayıf olmasına rağmen, AKP-Erdoğan iktidarı ve temsilciliğini üstlendiği oligarşi, yaklaşık yirmi yıldır uyguladığı bilimsellikten uzak, gerici, baskıcı her türden eğitim politikalarıyla yeni bir kültür ve yeni bir insan tipi (kindar ve dindar nesil) yaratmak istemesine rağmen bunda başarılı olamamıştır. Son yapılan müfredat değişikliği de bu politikaların bir sonucudur ve bir kez daha başarısız olmaya mahkumdur.

 

Gerici ve köhnemiş düzenin ve temsilcilerinin dayattığı dinci, gerici, baskıcı, eşitiz, ayrımcı, ötekileştirici, ezbere dayalı, paralı ve niteliksiz eğitime karşı; bilimsel, demokratik, parasız, anadilde ve kişiliğin tüm yönleriyle gelişimine açık, toplumsal işle bütünleşmiş ve ezbercilikten uzak, eşit bir eğitim; halk için, halkın yararına bir eğitim mümkündür.

 

Düzenin ve temsilcilerinin yaratmak istediği tek tipleştirilmiş, bireyci, “dindar ve kindar” insan tipine karşı; araştıran, sorgulayan, düşünce üreten, yaşadığı topluma ve onun sorunlarına duyarlı, kolektif yaşamı temel alan “yeni insan”ı yaratmak mümkündür.

 

Sonuç Olarak

 

Yaşadığımız ülkede genelde tüm sorunların olduğu gibi eğitim sorununun çözümü de esas olarak anti-oligarşik, anti-emperyalist halk devrimi ile mümkündür. Çünkü gençliğin sorunları ülkemiz toplumsal koşullarının ve sorunlarının dışında bir olgu değildir. Sorunların nihai çözümü toplumsal sorunların çözümüyle çakışmaktadır. Bu nedenle bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi ile gerek toplumun gerek gençliğin demokratik eğitim-öğrenim mücadelesi bir bütünlük arz eder. Bugün bu mücadele her şeyden önce demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak kavranmalıdır.

 

Bugün sürdürülecek akademik-demokratik mücadelenin orta öğrenim ve yüksek öğrenim gençliğinin her türden sorununa köklü ve kalıcı çözümler getirmeyeceğini biliyoruz. Ancak, geleceğin alternatif eğitim-öğrenim anlayışının mücadelesini bugünden kitlelere kavratarak; somut talepleri öne çıkarıp, onlar için mücadele etmeliyiz. Bu mücadele siyasi mücadelemizin bir parçası olacak şekilde ele alınmalıdır.

 

Tüm bu eğitim politikalarının hedef kitlesi gençliktir. Gençliğin içinde bulunduğu sorunların aşılmasının önündeki en büyük engel de örgütsüzlüktür; örgütsüz olduğu ve kendi talepleri için mücadele etmediğinden, egemen sınıflar istedikleri gibi programlar, yasalar çıkartmakta, işine gelmeyenleri ise değiştirebilmektedir.

 

Geçmişten gelme bir refleksle, ülkemiz devrim mücadelesinde, toplumsal sorunlar karşısındaki duyarlılığı ve mücadelesiyle önemli bir kadro kaynağı olan gençliğe karşı oligarşi sürekli saldırgan bir tavır içerisinde olmuştur. Günümüz koşullarında da oligarşinin gençlik korkusu hala sürmektedir. Gençlik, devrimci potansiyeli en fazla taşıyan kesimdir. Önemli olan bu potansiyeli açığa çıkarmaktır. Bunun için de tıpkı geçmişte olduğu gibi ve geçmişin dersleri ışığı altında, mevcut koşullara uygun devrimci politikalarla bu potansiyeli açığa çıkararak, gençliğin devrimci örgütlenmesini yaratabilir, siyasi iktidarın her türlü gerici ve baskıcı politikalarını boşa çıkararak gençliğin devrim mücadelesindeki yerini almasıyla birlikte geleceğin “yeni insan”ını yaratabiliriz.